İmparatora Veda, size tanıdık gelecek bir ülkede, adını bildiğiniz bir sarayın gölgesinde geçiyor. Mahalleleri, havası, suyu aşina olduğunuz bir başşehirden idare edilen, yirminci yüzyılın son yarısında geçmişin bütün travmalarına karşın ayakta kalabilmiş, stratejik önemini kimsenin tartışmadığı (hele bir tartışsınlar) bir "cihan imparatorluğu"nda. Merak ve ilgi yelpazesi geniş, saplantıları bol, özgüveni yüksek bir padişahı doğumundan iktidarının doruk noktasına kadar yıldan yıla izlerken, onunla yirmi yıl arayla aynı doğum gününü paylaşan, ömür tüketen kulluğuna sessiz bir öfkeyle başkaldıran bir kadının mücadelesine, bu iki hayatın beklenmedik anlarda kesişmesine de tanık oluyoruz. Masum bir çocuğun diktatöre dönüşmesinin, imparatorluğun çeperinden koparılıp getirilen kölelerin ve torunlarının, "ecnebi" ajanların, düzenin ateşli müritlerinin, kendi halinde yaşamını sürdürmeye çalışan insanların, çizmeyi aşıp ağır bedel ödeyenlerin, sokak köpeklerinin ve diğerlerinin hikâyesi. Kısaca, bugün kolay kolay hayal edemeyeceğimiz genişlikte bir coğrafyaya hükmeden bir ülkeyi yönetenlerin ve dünyaya karşı örülmüş duvarlarının içinde yönetilenlerin hikâyesi.
Bu sayfada tadımlık bölümleri, roman kişilerinin sanal zekâya çizdirilmiş portrelerini, arka plan bilgilerini ve kitaba ilişkin bazı kırıntıları bulabilirsiniz.
Yangından Sonra, feleğin sillesini yiyip duran, çocuğu bol, mutluluğu kıt bir ailenin on beş yılını anlatıyor, birbirine bağlı on öyküyle. Ben "zincir öykü" terimini seviyorum ama okuyanların değerlendirmesi daha ziyade "roman"a meylediyor. Telif hakkı bana geri dönen bu metni yeni fotoğraflar ve küçük düzeltilerle buraya yüklüyor ve kararı size bırakıyorum.
Elbette nesnel bakmam mümkün değil ama çok sevdiğim öyküler var içinde:
"Biz O Gece Lunapark'a Gitmedik"
"Murad'ın Manastırı"
"Örümcek Adam"
"Odysseus'un Yedi Günü"
"Oğlum"
"Hepimize Yer Var"
... gibi.
Arka kapağın tepesinde şu var: "Kolay değil bir yeri idare etmek. Toprak kan ister, doymaz yine ister."
Öyle. Maalesef.
Labirentinde öksüz kardinal, nehir zapteden politik irade, hafızası güçlü tosbağalar; bunlar aynı başlık altında nasıl bir araya gelebilir? Este Sarayı'nın yayımlanma macerası, anlattığı hikâye kadar garip. Novella denemez, hatta uzun öykü sınıfına bile sokulamayacağı kanısındayım (yaklaşık 5400 sözcük). Türkçe aslı ve İtalyanca çevirisi yan yana konup iki kişi de önsöz kaleme alınca 70 sayfalık ince bir kitapçık haline geldi. Her dilde matbu yayın hakkı uzun bir süre İtalya'daki yayıncının elinde kalacak olan bu metni elektronik ortamlarda paylaşmamın önünde bir engel olmadığı için... yakında burada karşılaşabilirsiniz.
A writer, a trip, a bear, a reckoning — a brief recounting of how Saroyan came home twice, in a way:
"Toward the end of the 1990s, my interest in the Armenian-American writer William Saroyan roughly coincided with the emergence in Istanbul of a new publishing house... Of the very few Armenian writers who had been known to Turkish readers, William Saroyan was the most prominent—and for many, he was the only one they had read anything by. All his output had been in English, not Armenian. For those two reasons, he would not be an immediate priority..."